Saturday, February 8, 2020

Edebiyatta yeni bir yönelim: İklimkurgu and don't forget the cli-fi novels by Buket Uzuner in Turkey, too!



Edebiyatta yeni bir yönelim: İklimkurgu

İklim krizi son yıllarda üzerine en çok konuştuğumuz konulardan biri. Etkilerini her geçen gün daha şiddetli biçimde hissediyoruz. Dünyadaki tüm canlılar için keskin bir gerçek olan iklim krizi aynı zamanda bir edebi türün de doğmasına vesile oldu: iklimkurgu (climate fiction veya kısaca cli-fi).

06 Şubat 2020 16:30
Bilimkurgu ile benzer niteliklere sahip bir tür olan iklimkurgu adını ilk olarak 2008 yılında Dan Bloom isimli bir gazeteci ortaya attı. Bloom’un bu ismi bulmasının ardında, 1957 yılında yazılan ve gelecekteki radyoaktif bir felaket karşısında çaresizce ölümü bekleyen insanların hikayesini anlatan On The Beach romanı yer alıyor. Bloom bu kitabı okuduktan sonra iklim kriziyle ilgilenmeye başlıyor ve uzun yıllar bu konuya eğiliyor. 2004 yılında aniden gelen Buzul Çağı’nı konu eden Yarından Sonraki Gün filmini izlemesiyle beraber Bloom gözünü dünyanın geleceğinden endişe duyan yazarlara çeviriyor:
“Dünyanın bir yerinde, On The Beach kadar güçlü bir hikâye anlatabilecek birini arıyorum ki insanlar sarsılıp ne olup bittiğini fark etsinler.”
Şimdilerde 70’lerinde olan Bloom, 2008 yılında “iklimkurgu” terimini ortaya atıyor ve açtığı internet sitesinde tüm ömrünü bu türdeki eserlere vakfediyor. 

İklim krizi her yere sirayet ederken

İklimkurgu, adından da anlaşılabileceği gibi iklim krizini konu eden, dünyanın bugününde ve geleceğinde nelerin yaşanabileceği üzerine kafa yoran ve bir öngörü sağlamaya çalışan bir edebi tür. İklimkurgu teriminin ortaya atılmasından kısa süre sonra bu türde yayınlanan romanların sayısı ve sıklığı arttı. Özellikle Margaret Atwood’un Türkçede de yayınlanmış ve insanlığın yol açtığı bir felaketi ve sonrasını anlatan DeliAddem üçlemesi, David Mitchell’ın insanlığın son 40 yılda dünyayı nasıl felakete sürüklediğini türler arası bir biçimde anlattığı romanı Kemik Saatler bu türün yalnızca öne çıkan iki örneği. 
İklim krizi edebiyatta giderek daha çok yer bulurken bir yandan da bu konuyla ilgili farkındalık artmaya başladı. İsveçli aktivist Greta Thunberg’in başlattığı okul grevleri kısa sürede dünyaya yayıldı ve iklim krizini dünyada en çok konuşulan konulardan biri haline getirdi. İklim krizi konusu ve kurgusu kitap satıcılarının da ilgisini kısa sürede çekmeyi başardı. Amazon “Warmer” adında bir koleksiyon hazırlayarak, ödüllü yedi yazardan iklim krizi öykülerini satışa çıkardı. Türkiye’de de internet kitap satış sitesi İdefix iklim değişikliği konulu romanlardan bir seçki oluşturarak Türkçe kitapları bir araya getirdi.  
İklimkurgu türünün koordinatlarına baktığımızda örneklerin neredeyse tamamının muhtemel bir evrende veya gelecekte gerçekleştiğini görürüz. Tıpkı bilimkurguda olduğu gibi bu türde de (bilimin değil) insanın –niyetlenmese de– yaptıklarının sonuçlarını görmezden gelerek mahvettiği iklimin gelecekte nasıl etkilere ve felaketlere yol açacağı konusunda bir tasavvur sunulur. Bunun içine alışılageldik hayatta kalma öyküleri de dahildir, karakterlerin yönlendirdiği gerçekçi bir hikâye de. Ama aynı zamanda iklimkurgu çabucak politik bir propaganda malzemesine dönüşebilir.

Gelecek tasavvuru oluşturmak

İklimkurgu eserleri de dahil olmak üzere bir kurguda gelecek tasavvuru sunmak kolay bir iş değil. Çünkü gerçekçi bir geleceği anlatmak için daha uzun vadeli perspektiflere ihtiyaç var. İklim krizinin kendisi de aslında bu perspektifi sağlar. Zira iklim krizinin etkilerini yalnızca fırtına, yağmur, aşırı sıcak gibi aşırı hava olayları ve doğal afetlerle beraber görmeyiz. Dünyanın ortalama sıcaklığının gün geçtikçe artması ve mevsimsel zamanın düzenini değiştirmesi (veya düzensizleştirmesi) ile atmosferdeki sera gazı salımının artması gözle görülebilir veya doğrudan hissedilebilir hadiseler değildir. Bu yüzden nesne yönelimli ontolojiden hareket eden bir akademisyen olan Timothy Morton Hyperobjects: Philosophy and Ecology After the End of the World kitabında küresel ısınmayı bir “hipernesne” olarak ele alır. Morton, hipernesneleri “zaman ve mekân özgüllüklerini aşacak derecede zaman ve mekâna çok geniş biçimde yayılmış nesneler” olarak tanımlar. Küresel ısınma, radyoaktivite gibi şeyler hipernesne kategorisine dahildir. Küresel ısınmanın etkilerini bir ölçüde hepimiz hissederiz ama onu bir nesne olarak ele alamayız. Ancak onu bir grafik haline getirdiğimizde gözle görülür bir şekle büründürmüş oluruz. 
İklimkurgunun uzun vadeli tasavvurlar sunmak açısından zorlu bir tür olduğunu eleştirmenler sıkça dile getirmiştir. Bu zorluk sadece geleceğe dair değildir, hikâyenin kendisini gerçekçi ve bilimsel dayanak noktalarına göre oluşturmakla da ilgilidir. Tam da bu yüzden iklimkurgu türü aslında yeni bir janr olarak karşımıza çıkıyor. Robert Macfarlane Guardian’daki bir yazısında bu gecikmeye şöyle dikkat çekmişti:
“Günümüzün bu kitlesel kaygısına dair romanlar, oyunlar, şiirler, şarkılar, operalar nerede? Bunlar sayesinde iklim değişikliğinin nedenleri ve sonuçlarının tartışılabildiği, anlaşılabildiği ve üzerine konuşulabildiği, hayalgücüne dayalı bir repertuvara acilen ihtiyaç var.”
Bu dağarcığın gelişebilmesinin biraz zaman alması, anlaşılır bir şey. Ortaya yeni çıkan bir fenomen hakkında oturaklı, dört başı mamur bir kurgu yazmak ve bunun bir türe veya akıma dönüşmesi gerçekten de zaman alır. İklimkurgu söz konusu olduğunda bilimsel ve akademik bir nokta ile edebiyat noktası arasındaki mesafe ilk bakışta uzun gözükür. Bunu kısaltacak olan, her ikisi arasındaki etkileşimdir ama burada inisiyatifi daima yazar alır ve bilime doğru bir adım atar. Mesela Oya Baydar’ın son kitabı Köpekli Çocuklar Gecesi “edebiyatımızın ilk ekolojik distopyası” olarak tanıtıldı. Ancak Baydar bu kitabı yazarken Ömer Madra’ya kitapla ilgili belli başlı sorular sorduğunu ve iklim krizinin gelecekte Türkiye’ye nasıl yansıyacağıyla ilgili bilgi aldığını söylüyor. Kitabı yazarken kendisinin de iklim krizine karşı bilgi edindiğini ve farkındalığının geliştiğini dile getiriyor. 

İklimkurgu eserleri daha da yaygınlaşacak

İklimkurgu toplumun geneli tarafından anlaşılması güç olan iklim krizine dair bilimsel gerçekleri bir gelecek perspektifiyle sunar. Gelgelelim, iklim krizi yalnızca bilimsel bir şey değil, aynı zamanda gündelik hayatımızı dönüştüreceği için kültürel bir fenomendir de. Tıpkı bilimkurgu gibi olası senaryolardan yola çıkan iklimkurgu, nesne yönelimli bir türdür: Megan Hunter’ın Sondan Sonra’sı, John Lancaster’in The Wall’u, Jeanette Winterson’ın The Stone Gods’ı, David Mitchell’ın Kemik Saatler’i, Robert Macfarlane’in Underland’i, Yoko Tawada’nın The Emissary’si ve Saci Lloyd’un The Carbon Diaries’i bu türün önde gelen örnekleri arasında yer alıyor. Tüm bu kitaplar iklim krizinin insanlığı nasıl etkilediğine ilişkin hikâyeleri anlatıyor. Distopik nitelikteki bu kitaplar iklimkurgunun en temel özelliğini yansıtıyor: gelecekle bağ kurma.
İklimkurgu geleceğin yanı sıra insanlar ile yaşadıkları dünya arasında da bağ kuruyor; gelecekte iklimin nasıl olacağını, iklim krizinin dünyayı ve insanları farklı açılardan nasıl etkileyeceğini anlamamıza olanak tanıyor. Bilimkurgunun sunduğu distopyacı gelecek ile buna karşı hazırlanmak ve önlem almak arasındaki neden-sonuç ilişkisinin tıpatıp aynısı bu anlamda iklimkurgu için de geçerli.
Bu türün içinde biraz daha farklı yönelimlerde olan metinler de bulunuyor. Örneğin Barbara Kingslover’ın ABD’de çok satan kitabı Flight Behaviour romanı distopik bir gelecek anlatısının yerine günümüzde de yaşadığımız küresel ısınmanın etkilerini tek bir olgu üzerinden anlatmaya çalışan bir roman. Kral kelebeklerin göç davranışlarından hareket eden bu kitap, Richard Powers’ın Pulitzer Ödülü aldığı romanı The Overstory ile benzerlikler taşıyor. Her iki kitap da insanlardan önce diğer canlılara odaklanıyor. İnsanı merkeze almayan iklimkurgu eserlerinin sayısı da giderek artıyor. Bu anlamda iklimkurgunun insan merkezli olmayan bir yönelime sahip olduğu söylenebilir. 
İklim krizi giderek derinleşirken, son yıllarda yükselen bir tür olan iklimkurgu eserlerini gün geçtikçe daha çok görmeye başlayacağız. Müstakil bir tür olarak iklimkurgu bir yandan edebiyatta yerini sağlamlaştırırken, diğer yandan iklim krizi konusu ve iklimkurgunun özgün özellikleri yavaş yavaş tüm edebiyat türlerine sızacaktır. İklimkurgu sadece Yarından Sonraki Gün, San Andreas, Tidal Wave, The Impossible filmlerinde olduğu gibi belirli bir epizod olarak kalmayacak, uzun vadede tematik bir türe dönüşecektir.
Yazının bundan sonraki bölümünde iklimkurgu başlığı altında incelenebilecek eserlere değinilecek.
Britanyalı yazar Nevil Shute’nin 1957 yılında yayımlanan bu romanı Avustralya’da kendilerine yaklaşmakta olan ölümcül bir radyasyon dalgasını bekleyen insanların çaresizliğini ve bu çaresizlikle mücadele etme biçimlerini konu ediyor. Kumsalda (On The Beach), dönemin ruhundan hareketle son derece kötümser bir roman olmasıyla biliniyor. Nükleer savaşa odaklanmasıyla politik bir yanı da olan bu roman 1959 ve 2000 yıllarında iki kez beyazperdeye de uyarlandı. 
 

Margaret Atwood - DelliÂddem üçlemesi

Britanyalı yazar Margaret Atwood’un distopik üçlemesi DelliÂddem’in (Antilop ve Flurya, Tufan Zamanı, DelliÂddem) gelecekte geçen öyküleri kapitalizmin giderek daha da ilerlemesiyle yaşanan sorunları ele alıyor. Genetik teknolojisinin yol açtığı nüfus ve çevre problemleri sebebiyle sürdürülebilirliğini ve istikrarını büyük ölçüde yitiren sisteme son büyük darbeyi kitlesel ölümlere yol açan bir virüs indiriyor. Bu virüs yüzünden dünyada çok az sayıda insan hayatta kalmayı başarıyor. İnsanlara alternatif bir versiyon olarak üretilen insansılar da hayatta kalanlardan tabii ki. Birbirinden bağımsız gibi gözüken ve aynı zaman çizgisinde ilerleyen bu seri, üçüncü kitap DelliÂddem ile birlikte bütünleşiyor.
 
Britanyalı yazar David Mitchell’ın 2014 yılında Man Booker kısa listesine kalan kitabı Kemik Saatler, baş karakter Holly’nin başından farklı zamanlarda geçen bir dizi fanteziyi anlatıyor. 1984 yılında başlayan hikaye 2025 yılına kadar uzanıyor. Kemik Saatler’de farklı bakış açılarına yer veren Mitchell psişik yetenekler dünyasıyla ölümsüz figürlerin sonsuz savaşını anlatıyor. Anlatılan her bir hikâye geçmişte gerçekleşmiş karanlık olayların tarifi niteliğinde. 
 
“Edebiyatımızın ilk ekolojik distopyası” olarak nitelenen bu romanda Oya Baydar günümüzde tohumlarını attığımız (kuraklık, ormansızlaşma, plastik kirliliği, küresel ısınma vb.) küresel iklim felaketinin yarattığı geleceğin dünyasını kurguluyor. Alışılageldik apokaliptik çizgiyi koruyan Köpekli Çocuklar Gecesi’nde yeryüzündeki canlı yaşamının büyük kısmı bir tufanla sona ererken Köpekli Çocuklar ve İklim Çocukları’nın hayatı yeniden kurma mücadelesi hikayenin merkezini oluşturuyor.
Köpekli Çocuklar Gecesi üzerine K24'te Oya Baydar ile Eray Ak kapsamlı bir söyleşi yapmıştı: "Edebiyatın işlevi edebiyat olmaktır"
Britanyalı yazar Megan Hunter’ın romanı yakın gelecekteki bir çevre felaketini konu ediyor. Londra’nın sular altında kaldığı bir distopyayı anlatan bu kitabın merkezinde, felaketin ortasında doğum yapan bir annenin hayatta kalmak, ailesini bir arada tutmak ve geleceğe umutla bakabilmek için verdiği mücadele yer alıyor. Sondan Sonra’yı diğer distopyalardan ayıran en önemli özelliği, yıkıma odaklanan bir panik ve çaresizlik hissinin yerine bu zorlu koşullar altında umutlu olmaya odaklanması.
 
Britanyalı yazar John Lanchester’in 2019 yılında Booker ödülünün kısa listesine kalan romanı The Wall, artan iklim felaketleri ve siyasi gerginliğin ortasında örülen bir duvarın etrafında kuruyor öyküsünü. Duvarda devriye gezen baş karakterin yalnızca 729 gecelik görevi kalmıştır. Artık başka bir hayat sürmek istemektedir ve yaptığı işin bir an önce sone ermesini bekler. Muhafızlar ve Diğerleri’nin kim olduğunu kısa süre sonra çözen baş karakter, içten içe Diğerleri’nin gelmesini istemeye başlar. Tüm bu olaylar esnasında denizler yükselmiş ve iklim koşulları artık bir tehdit haline gelmiştir...
 
Britanyalı yazar Jeanette Winterson’ın postapokaliptik bir aşk hikâyesi olarak anılan bu romanı, esasında hükümet kontrolünün tavan yaptığı, yıkıcı savaşların dört bir yana yayıldığı ve teknolojinin insanların üstüne çıktığı bir dünyada yaşananları anlatıyor. The Stone Gods’ın ayırıcı özelliği hikâyesinde kullandığı anlatım tekniğinin kendine gönderimli olması kadar anlattığı dünyanın daima iklim felaketinin etkileriyle şekillenmiş bir dünya olması.
 
Britanyalı yazar Robert Macfarlane’in üzerinde yaşadığımız dünyanın derinliklerine uzandığı kitabı Underland, esasen bir gezi yazıları kitabı. Grönland’daki buzulların derinliklerinden Finlandiya’da bulunan bir nükleer atık sahasına kadar giden bu kitapta yazar sadece derinlerde insan eliyle yaratılan bozulmayı değil aynı zamanda dokunulmamış muhteşem güzellikleri de anlatıyor. Yazarın Underland için ziyaret ettiği lokasyonlar ve görüştüğü insanlar kitabın belkemiğini oluşturuyor.
 
Japon yazar Yoko Tawada’nın bu romanı arkaplanı açıklanmayan bir felaketin ardından Japonya’nın dünyanın geri kalanından izole edilip karantinaya alındığı bir kurgusal dünyayı anlatıyor. Dünyada kalan vahşi şeyler sadece örümcekler ve kargalardır. Aynı şekilde dil de yitip gitmeye başlamıştır. Menopoza giren erkekler, mecalsiz kalan çocuklar ve tür olarak insan hakimiyetinin neredeyse yok olması... Fukuşima’daki nükleer felakete atıfta bulunan The Emissary ele aldığı konuya insan merkezli bakış açısının yerine hayvanların bakış açısıyla yaklaşıyor.
 
Britanyalı yazar Saci Lloyd, aşırı hava olaylarının yarattığı felaketten ötürü Britanya’nın uyguladığı karbon yasasını anlatan kitabının merkezine Londralı 16 yaşındaki öğrenci Laura’nın yaşamından bir yılı yerleştirmiş. Bir yandan iklimin istikrarsızlığı ortalığı kasıp kavururken, diğer yandan da karbon düzenlemeleri herkesin üzerinde büyük bir gerginlik yaratıyor. Tüm bunların ortasında Laura’nın babası işini kaybediyor, kızkardeşi uyum sağlamayı reddediyor, ailesi dağılıyor. Normal bir hayat yaşamak isteyen Laura ise iklim felaketleri ve sıkı politikaların ortasında kendisine çıkış yolları arıyor. The Carbon Diaries genç yetişkin edebiyatında iklim krizini işleyen en önemli kitaplardan biri.
 
ABD’li yazar Barbara Kingslover’ın ABD’de çok satanlar listesine de giren romanı Flight Behavior, milyonlarca kral kelebeğin tek bir noktada toplanması şeklindeki davranış bozukluğunu konu ediyor. Bilim insanları küresel ısınma sebebiyle göç etmek zorunda kalan kelebeklerin bu davranışlarının küresel iklim değişikliğinin bir semptomu olduğunu açıklar. Flight Behavior her ne kadar kurgusal bir kitap olsa da güncel bilimsel verilere dayanması sebebiyle didaktik bir tarafa da sahip. 
Resim
Selim Birsel, Bok Yolunda Koşu, 2006
Kâğıt üzerine mürekkep,
11 x 36 cm, 20 x 44.5 cm

No comments: